KURUŞ HARCAMADAN DÜNYAYI GEZEN TASARIMCI – ÇAĞRI ÇANKAYA
3 yıl boyunca cebinden kuruş harcamadan, hatta bir de üstüne para kazanarak dünyayı gezen tasarımcı Çağrı Çankaya’nın hikayesini okudukça ofis koltuğunuzun daha bir battığını hissedeceksiniz. Projeler, müşteri memnuniyeti, performans beklentileri, son teslim tarihleri sarmalında çalıştığı reklam ajansına gitgide köle olduğunu ve hayatının her gün yittiğini hissederken kendine dahiyane bir tahliye planı geliştirmiş: Designer on the Road. Görmek istediği ülkelerdeki reklam ajanslarını Googlelamış, bize ulaşın kısımlarındaki emaillara dünyayı gezmekte olan bir tasarımcı olduğunu, onların ofisinde çalışmak istediğini, karşılığında onların tercihi olan herhangi bir yerde konaklama ve o ülkenin standartlarında ortalama bir tasarımcının maaşını istediğini yazıp okyanusa bir olta sallamış.
İlk başta emaillarına binde bir cevap alırken, zamanla proje kendisi ispat ettikçecevaplar yoğunlaşmış. Böylelikle 3 yılda tam 23 ülkede gezmiş ve çalışmış. İşinin hayatının önüne geçmemesi prensibine hep sadık kalmış; gittiği ülkeleri karış karış gezmiş, festivallerine gitmiş, adrenalini yüksek ne varsa denemiş.
Şimdi Kadir Has Üniversitesi’nde genç ve özgür tasarımcılar yetiştiriyor. Artık evine döndü diye sular duruldu sanılmasın. Aklında yine bomba projeler var. Yoldaki maceralarını okumak, yeni projeleri için blogu Designer on the Road‘u, anlık paylaşımları için de Facebook sayfasını ve Twitter hesabını takip edebilirsiniz.
Türkiye’de iyi bi reklam ajansında kendine yer edinmiş bir tasarımcıydın. Kariyerin gelecek vaad ediyordu ama mutlu değildin, neden?
Çok çalışıyordum. Hayatımda başka bir şey yoktu. Günlerim ofisteki masa ve evdeki yatak arasında geçiyordu. Ailemi göremiyordum. Arkadaşlarımla buluşamıyordum. Ne evimi seviyordum, ne sevgilim vardı, ne çalıştığıma değer miktarda para kazandığımı düşünüyordum. Üstüne reklam ajanslarının ağır çalışma şartları ve ağır insan ilişkileri eklenince yok dedim. Bu böyle olmayacak. Bir değişikliğin zamanı geldi.
Bu süreçte kırılma anların? Gitme fikrinin gelmesi, fikrin karara dönmesi, ilk işin, işlerin yoluna girmesi, tamam mı devam mı diye düşündüğün anlar, dönme kararın vs…
Fikir 1 sene kadar aklımda dolaştı durdu açıkcası. Ne birine anlattım ne de pek bir plan yaptım. Dünyayı tasarım yaparak gezmenin kaba düşüncesi bana bile ayağı yere basmayan çocuksu bir hayal olarak geldi. Muhtemelen hayatımda tek bir şey iyi olsa, bu yolculuk hiç olmayacaktı. Nasılsa o kadar nefret etmişim ki hayattan böylesine bir delilik bile daha iyi bir seçenek olmuş. Bu duruma erişince insan zaten kaybedecek ne var ki diyor. Daha kötüsü olmayacağına göre neden denemiyim? Sonuçta param zaten yok. Ortaya büyük bir miktar para da koymuyorum. Kişisel bir cesaret tek yeterli olan şey. Sonra Hindistan’dan tasarımcı olan arkadaşım Sudhir Sharma’ya mail attım. Dedim ki ben böyle bir dünya turu planlıyorum. Sence olur mu? Verdiği cevap; “Her ne yapıyorsan bırak ve buna başla, bu hayatımda duyduğum en harika fikir.” Ben de onu dinledim… Gerisini biliyorsunuz 🙂
Tabi yolda çok zorlandığım anlar oldu. Cebinizdeki parayı alsam buradan taksime bile zor gidersiniz. Düşünün ben tüm dünyayı parasız gezerken başıma neler neler gelmiştir. Bu şekilde bir yolculuk öyle bir şey ki, güzel anlarınız muhteşem, kötü anlarınız ise ölümcül karanlık oluyor. Yani uçlarda yaşatıyor sizi yol. Tahteravalli gibi hep bi taraf ağır basıyor işte. Ben daha ilk gittiğim şehirde ilk saatlerde ölüm tehlikesi yaşamıştım. Böyle şeyler bana şunu çabucak öğretti. Yolda hep güzel şeyler olmayacaktı.
Zorlar hatta aşırı zorlar olacaktı ve bu aşırı zorlarda vazgeçmeyip devam edince gene harikagünler muhteşem anlar beni bekliyor olacaktı. Bu dünyanın, hayatın bir düzeni. Bunu kabullenmek gerek. En büyük fırtınalardan sonra muhteşem bir gün gelir, güneş tüm parlıklığıyla yüzünü gösterir. Ha ben zor anları istemiyorum derseniz o işte bizim genelde şehirlerde yaptığımız ve çevremizden bize dikte edilen alışıldık yaşamdır. Güvenlidir, belirlidir, monotondur, konforludur. Her gün gittiğimiz iş ve ev, bize her gün bir şey öğretemez. Günlerimiz birbirine benzedikçe hatırlanmaz olurlar. Oysa yol her gün farklıdır. O yüzden de zordur ama tüm güzel anılar oradadır.
Yola çıkmadan önce insanlardan bin tane negatif yorum, kaygı cümleleri duymuşsundur. “Ya gittiğin yerde iş bulamazsan, parasız kalırsan, başına birşey gelirse” vb… Çoğumuz kaygıları ciddiye alıp gözümüzde büyütüyor ve bizi yolumuzdan döndürmesine izin veriyoruz. Sen bu kaygıları nasıl yenip macerana başladın?
Benim tek şansım aileme bakmakla yükümlü olmamamdı, ev kredisi ya da borç içinde de yüzmüyordum. Bu yüzden işimden de kolayca istifa edip tüm enerjimi buna verdim. Ya şimdi ya asla demiştim çünkü. Ama bunu yapmamış olsaydım, yani hem işe devam edip hem de yurtdışında iş aramak için çalışsam, boş zamanlarımda bu projenin planlamasını yapsam başarısız olabilirdim. İnsan bazen iyi bir fikre inanıp cahil cesaretiyle olayın sıcaklığı, gazı kaçmadan harekete geçmeli. Çok düşünmemek lazım sanırım bazen. Gemileri yakmak, kapıyı arkadan kapatmak kolay değil biliyorum ama bazen kendinizi zorlamak ve başarmak için tek yol bu olabiliyor.
Bana Sudhir dışında pek kimse inanmamıştı. Arkadaşlarım pek inançlı değildi. Çoğukırmamak için bi şey diyemese de inançsızlıklarını gözlerinden okuyabiliyordum. Babam başta süper saçma bir şey yapmaya çalıştığımı düşündü ve beni dinlemedi bile. Massimo Vignelli, Leonardo Sonnoli gibi tasarımcılar bile bunun mümkün olmadığını, dünyada ekonomik kriz olduğunu, iş bulamayacağımı falan iddia ettiler. Ama insanlara anlatmaktan ziyade göstermek gerekiyor. İlk 6 şirketi bulmak için 1408 e-mail attım ve o 6’yı temizlerken basın bana öyle bir ilgi gösterdi ki, herkesin olaya bakışı değişti ve birden herkes bu işe inanmaya başladı. Böyle olunca şirketler de beni davet etmeye başladılar ve iş bulmak artık çok daha kolay bir hal aldı.
Her ülkede sıfırdan başlayıp, her seferinde öngörülemez bir maceraya girdiğin yolculuğunda mı, her gün ne ile karşılaşacağının belli olduğu, köklerini saldığın işinde mi kendini daha tedirgin, tehlikeye yakın hissettin? O anı/anları anlatır mısın?
İkisinde de farklı dinamikler var aslında. Yolda hep bir bilinmezlik olduğu için sizi tedirgin edebiliyor. İnsanlar genelde bilmediği şeylerden korkarlar. O yüzdendir zaten genelde bu tür bir risk alıp dünyayı gezememeleri, gezenlerinde büyük oranda Avrupa ülkeleri gibi nelerle karşılaşacaklarını daha bildikleri yerlere gitmeleri. Bilinmezlik tabi ki konforunuzu azaltacaktır ancak nasılsa gidecek olmanın rahatlığı da bir başka oluyor. Ben elimden geldiğimce her gittiğim yerde kendimi kanıtlamaya çalıştım. Nedense böyle bir baskı hissettim her yeni işte.
Ama nasılsa gidecek olmanın verdiğihuzurla şirket içi politikaları ya da insanların ego savaşlarını hiç takmıyor olmuştum. Dahası dokunulmaz yapıyor bu sizi. Siz taksanız bile sizinle kim uğraşırki? Orada zaten geçici bir süre duruyorsunuz ve haliyle kimse sizi bir tehdit olarak görmüyor. Dahası yabancı olduğunuz için herkes arkadaş canlısı ve sevecen yaklaşıyor. Bunun dışında yolda hayattan sadece yenilik bekliyorsunuz, lüks ve geleceğe yönelik beklentilerinizden arınmış olarak oradasınız bu da sizi daha az tedirgin yapıyor. Yani karnınız toksa, insanlar iyiyse tamamdır. 3 yıl ne kiram oldu, ne faturam ne de banka borcum. Hayat çok daha kolay, net ve eğlenceliydi. Ama insan hep doyumsuz. Hep kendinde olmayanın arayışında. Ben yoldayken evi özler, evdeyken yola özlem duyarım mesela. İlişklerde bile böyle bence. Bekarken evlenmek hayatı biriyle paylaşmak istersin ama eminim evlenince de bekarken ne güzel takılıyordum ya diye iç geçirirsin. Sonuçta insan hep arayışta.
Yolda ne kadar parasızlık çektin? Parasızlık konusunda antremanın var mıydı?
Yolda ben İstanbul’dakinden çok daha az para harcıyordum. Bana verilen maaşlar hep fazlasıyla yetiyordu. İstanbul’da yaşayamacağım bir hayat kalitesinde yaşadığım zamanlar çok oldu. Nedeni kira ödemiyor olmam, faturalarımın olmaması, yolda tek olmam ve ajanslarda tanıştığım kişilerin hesapları çoğu zaman bana ödetmiyor olmalarıydı. Bi keresinde hastalandım ve doktor benim hikayemi dinleyince beni parasız tedavi etmişti. Bir keresinde de 2 gün aç kalmıştım. param bitmişti ve 2 gün sonraki uçuşumda havayollarının ikram edeceği yemekle hayatta kalmayı planlıyordum. 2 gün
açlıktan sonra uçağa bindim ve yemeklerin uçak içinde satıldığını ve o havayolunun ikram etmediğini gördüm. Neyse ki yanımda oturan adam bana bir sandwich ısmarladı. Muhtemelen vasat bir uçak sandwich’iydi ama bana sorarsanız hayatımda yediğim en harika şey odur.
En çok zorlandığın ülke? Dünyanın 4 köşesinde çalıştın. Genel ile karşılaştırınca Türkiye’de ki çalışma ortamı nasıl?
Sri Lanka zordu. Hem kaldığım ev zorlayıcıydı hem de oradaki reklam sektörü. Sri Lanka’da 3 dil günlük olarak kullanımda. Singhalese, Tamil ve İngilizce. Her iş her dilde ayrıca yapılıyor. Bu da art direktörler 3 katı yoğunlar demek. Her revizyonu 3 kere yapmak bile büyük bir iş mesela. Takımlarda her dilin ayrı yazarı var ve art direktörler 3 ayrı yazarla çalışmak durumundalar. Yaratıcı bir başlık attıklarında lafın anlamı diğer dilde kayboluyor. Bu da Sri Lanka’da yaratıcı bi laf etmeyi, farklı bir slogan atmayı zor hale sokuyor. Keza Singhalese olarak attığınız başlığın Tamil dilinde hiç bir anlamı ya da esprisi olmayabiliyor. Türkiye’den daha kötü yerler var. Özellikle reklam sektöründe çok kötü sayılmayız. Hatta ortanın üstü diyebiliriz. Tasarım olarak durum daha fena. Türkiye’de bir tasarım olgusu yeni yeni oluşmaya başladı. İnsanlar tasarıma ihtiyacı olduğunun farkında değiller. Çoğu iyi tasarımı pahalı buluyor ama kötü tasarımın yaratacağı maddi hasardan habersiz. Markalaşmadan, kurumsallaşmadan bi haberiz. Sokağa çıktığımızda tabelalarımız, restoran menülerimiz çok çirkin. Ürün yaratmıyoruz.
Dışardan satın alıyoruz. Bu da hem tasarımı yapılacak bir şey olmamasını sağlıyor hem de o şeylerin reklamlarında söz sahibi olmamamıza. Hep dışarı bağımlı hale geliyoruz. iPhone almayı çok önemsiyoruz ama kendi şirketimizin logosu için o telefonun parasını vermek istemiyoruz. Tabi bu durum değişiyor. Zaten bilinçli olanlar hem tasarıma hem de pazarlamaya büyük yatırım yaparak daha da büyük markalar olup dünyada söz sahibi oluyorlar. Türklerin genel sorunu sanırım, biz risk almıyoruz. Aza kanaat ediyor, olanla yetiniyoruz. Allaha şükrediyoruz. Sahip olduklarımıza tabi ki şükredelim ama bir sonraki basamağı da düşünelim.
Yolda aşk var mı?
Hem nasıl!
Hayatta cahil cesareti ile mi yoksa tecrübeye dayanan yorumlar ışığında mı daha çok hareket etmeli sence?
İkisinin harmanlanması. Ben çok soru soran biri olmuşumdur mesela. her konuda herkese fikrini sorarım. Onları dinlerim. Sonra tüm bu dataları kendim bi yorumlar, eritir sonra kendi düşündüğümü yaparım. Tecrübe çok önemli bir şey ama cahil cesareti de bir o kadar güçlüdür.
Sırada ne var?
Şu an Kadir Has Üniversitesinde hocalık yapıyor tecrübelerimi gençlerle paylaşıyorum. Bunun dışında yeni başladığım bir şey var. Kitap! Designer on the road’un hikayesi bir kitap haline gelecek. Projeye başladığımdan beri amaçladığım bir şeydi. Şimdiyse yazma vakti geldi.
Ben de listede olmak istiyorum ben de ben de ben de :)))))
Vize işini nasıl halletmiş onu merak ettim ben. çalışma izni oturma izni, bir sürü prosedürü yok mu bu işlerin. iş yeri sizi kabul edince halloluyor mu herşey?
noluyo oyle gezince. sefaletten baska bisey degil.
İşte kimilerine göre de stadart mesaili hayat sefalet. Bu dünya görüşü ile ilgili bir konu
her insan özgürdür istediği herşeyi yapabilir standart bir hayat sefalettir asıl
super super super
BRende geleceğin reklam metin yazarıım 😀
Size de süper süper süper 🙂
haber almak isterim:)
E-mail listemize kaydolabilirsiniz 🙂
Gezmenin birçok yolu var ve malesef birçok insan bunun tek yolunun “para” olduğunu zannediyor. Nasıl gezebildiğimi arkadaşlarıma anlatmakta en zorlandığım kısmını Çağrı gayet güzel ispatlamış. Düşüncesini harekete geçirebildiği için tebrikler 😉
Aynen bizce de öyle gezerkenki öncelikleriniz sizin nasıl gezeceğinzi belirliyor. Bazı lükslerden arınmak gerekiyor 🙂