ÖNCELİKLE yukarıdaki DOĞU EKSPRESİ MACERASI VİDEOMUZU izleyiniz. Aşağıdaki yazılarda da detayları okuyabilirsiniz. Youtube Kanalımıza abone olmayı unutmayın.
Bu videomuz ve yazımızda İstanbul’dan Erzurum’a tren yolculuğumuzun hikayesini anlattık.
İstanbul – Ankara Hızlı Treni
12.45’te Pendik’ten İstanbul-Ankara istikametinde hızlı tren kalkıyor. Saat 12’de snowboard çantaları ile tavanına kadar dolu bir araçta, kış günü camlardan sarkmış panik panik yol isteyen iki tip köprüyü geçmeye çalışıyor. Ah biz hiç akıllanmıyoruz, hep son dakika, hep son dakika. Zaten bu yolcuğa da yine son dakikacılığımız yüzünen apar topar çıkmak zorunda kaldık. Yıllardır kafamızda vardı bir Doğu Ekspresi yolculuğu. Interrail bile yapıp, bir şu meşhur Doğu Ekpresi’ne binemediğimiz için her kış kendimize sitem ediyorduk. Sen yıllarca bekle, hayalini kur, sonra Şubat tatili nedeniyle haftalarca dolu kuşetli ve yataklı vagonlardan kork, son kalan yer olan 1,5 gün ötedeki kuşetliden yer al. 1,5 günde cumburlop çıkmak zorunda bırak kendini koskoca 2 haftalık yolculuğa. 🙂
Trafik, tabi ki, arap saçı. Ama o treni kaçırmak gibi bir opsiyon YOK. Amaç Kars’a varmak değil, yılların Doğu Ekspresi hayalini gerçekleştirmek. O yüzden kaçırsak da Kars’a uçmanın bir anlamı yok. En az 1 hafta boyunca başka kuşetli ya da yataklıda yer şansımız da yok. Sonra gideriz desek planladığımız bomba aktivitelerden bazılarını kaçırmış oluruz. Ah şu bilet olayını gitmeyi ilk düşündüğümüzde alsaydık… Ne yapılıp, edilip, o trene yetişilecek, o kadar. Bip bip, abicim bir müsade, bip bip, güzel abim az ileri al da biz sağdan kaçalım, derken ucu ucuna attık kendimizi trene.
Snowboardları sokacak yer arıyoruz hızlı trende. Herkes bizi izliyor. Beş karpuz koysan patlayacak yere sığdırmamız gereken boyumuz kadar eşya var, nasıl bakmasınlar. 🙂 Sonunda geçip oturuyoruz yerimize. Soluklanmamıza fırsat vermeye zar zor sabreden yan masa dayanamayıp soruyor, “Siz de müzisyen misiniz?” Yoo, neden ki? “Herhalde enstruman taşıyorsunuz dedik de”. Haa, yok, onlar bizim kayak malzemeleri. Bir kutu su böreğini bize uzatarak, “Ankara’ya mı gidiyorsunuz?” Tam hayal ettiğimiz tren komşuları dayanışması. Elimizi göğsümüze koyarak teşekkür ederken “Yok, Ankara’da aktarıp Doğu Ekspresi’ne bineceğiz. Önce Erzurum’da inip, Uzundere’de Buz Tırmanış Festivali’ne ve Palandöken’de kaymaya gideceğiz. Sonra da tekrar binip önce Sarıkamış’a kaymaya, ardından da Kars’a”. “Oo, bizim memleketlere gidiyorsunuz yani. Olmaz, alın bakayım birer tane börek. Biri yer biri bakar olmaz öyle! Oraları çok seveceksiniz! Böyle bir güzellik olmaz, böyle lezzetler olmaz…” Başladılar bize Erzincan ve civardaki kaçırılmayacak lezzet durakları saymaya. Sağolsunlar, hemen kırk yıllık dostmuşuz gibi ev sahipliğine soyundular. “Orada Oğuz Aksaç’ın selamını getirdik diyin, size yardımcı olsun, burada başınız sıkışırsa benim falanca beye hatırım geçer, gidin kapısını çalın… “ Vay dedik, daha trende topu topu 1-2 saat yol almışken Anadolu’muzun içtenliği burum buram kokmaya başladı.
Meğer o babacan insan çok sevilen bir türkücüymüş. “Siz de müzisyen misiniz?” demesinden birşeyler sezmiştik de, ama bu kadar mütevazi, sıcak ve samimi olunca yüzbinlerin takip ettiği çapta bir sanatçı olmasını beklemiyorduk. İnternete Oğuz Aksaç yazınca anladık ne kadar sevildiğini. Vay dedik, ne kadar mütevazi bir insan.
Ellerimizin yetişebildiği hızda ve ikramlarından boşalabildiği kadar aldık notlarımızı. 4 saatlik hızlı tren sayelerinde daha da hızlandı da vardık Ankara’ya. Onlar yoluna, biz diğer perona.
Doğu Ekspresi
Trenimiz sahneye çıkan diva gibi oturan herkesi ayağa kaldırarak ve en bilinen parçası Düütt!!!ü çalarak perona girdi. Senelerdir bu anı bekliyorduk işte.
Parmak uçlarımıza kalkmış, kolyeye dizilen boncuklar gibi perona dizilen vagonların içlerini görmeye çalışıyorduk. Işıkları kapalı olduğundan hiç bir şey göremedik. Hani küçükken bütün bir sene doğum günün gelsin diye beklersin, nihayet kucağına hediyen konduğunda paketi açmak için zerre sabrın yoktur da parçalamak istersin ya, biz de o heyecanla hopladık trene. Hani bir tane bant vardır, çekersin çekersin, bir türlü kopmaz, çatlarsın ya, önümüzdeki topu topu 3-5 kişi de bizi öyle çatlattı işte.
Kompartımana kaç gündür bir şehrin düşmesini bekleyen askerler gibi girdik. 🙂 Hurra! Efsane karşımızda duruyordu işte!
Doğu Ekspresi, bitter çikolata yemek gibi, ruhunu koyana güzel. Tadına varmak için heveslenmen, kendinden birşey katman lazım. Yanına pekiştirici bir şarap ya da kahve koyacaksın, ağzında eriterek yiyeceksin… Bir kare çikolata nasıl insanı mest edebiliyorsa, Doğu Ekspresi de öyle. Biz de onun bizi mest etmesine izin vermek için kadife bir playlist, bir de sıcak fırınımızdan çıkanlarla bir piknik çantası hazırladık. Eşyalarımızı yerleştirir yerleştirmez, play’e bastık. Trenin kalkış düdüğü ile böylece yol değil, saklanacak bir anı başladı. Ankara’dan çıkarken Vega “Ah Yağmur dönerken kara/ Şarkılar var falımda/ Hepsi bu gece Ankara” ile şehir ışıklarının yerlerdeki gölcüklerde yansımasını, Kayseri’ye varırken Coldplay’le “Was a long and dark December/From the rooftops I remember/ There was snow/ White snow” dinleyerek yağmurun kara dönüşünü dinledik.
Uzun bir tren yolculuğuna çıkılır da yemekli vagonda yemek yenmez mi… Böyle bir tren yolculuğu klasiği atlanır mı hiç! Ne tepemizdeki florasanların, ne mutfaktan taşıp vagona çöken dumanların keyfimizden çalmasına izin verdik. Ooo, bir de baktık, içki servisi var. O zaman keyfimize layık bir rakı sofrası yapıyoruz. İki de bardağı masaya vurup, yanımızda olmayan dostlara kaldırdık. Tek eksiğimiz karanlığa gömülen manzara.
Kompartımanımıza dönerken kondüktörümüz yakaladı,” “Çocuklar onlar müzik aleti mi?” Bilge ile birbirimize bakıyoruz, yoksa konduktörümüzde ünlü bir sanatçı mı?! Snowboard çantası olduğunu söyleyince bozuluyor, “Tüh! Bazen müzisyenler biniyor, vagondaki misafirlerden izin alıp burada konser yapıyoruz. Ben içerden kablo getiriyorum, bağlıyorlar aletlerini, pek eğlenceli oluyor”. Hayal ediyoruz da Kars’a bütün bir vagon çala söyleye gittiğimizi, lanet ediyoruz içindekinin snowboard olduğuna. Keşke enstrüman olsaydı, mühim değil, biz Sarıkamış’ta ayaklarımıza gitarı takıp da kayardık. Hay aksi…
Bari bu vesile ile Ergüder Abi ile muhabbet etme şansımız oluyor. Nasıl candan, nasıl iyi bir insan. Onunla konuşurken insanın içine ılık birşeyler akıyor. Kompartmanımızın bitişiğindeki odasında bir güzel çay demlemiş elektirik ocağında. İnce belli iki bardakla geldi kapımıza. Gözümüzden mi anladı bizim termostaki çayın bittiğini? Biz de hemen çıkarıp ikram ettik kekimizden. Nasıl da güzelmiş çayı! Hoş kokulu, aromatik. Kendisi gibi, çayı da lıkır lıkır. Hop bitiverdi bizim bardaklar. Gönlü engin abimiz, kendine bir bardak koyup, tüm demliği bize verdi.
Çayın bizi ayık tutubildiği yok. Lana Del Rey ve trenin pış pışlarının ortak komplosuna ne kafein, ne tein sökerdi zaten. Bizi yere sermeden yataklarımızı yapalım, sonra muhabbetize devam ederiz dedik, ama kuşetleri açınca da yatmak pek bi cazip oldu. Yatarak muhabbet ederiz dedik. Büyük yalan. :))
Kuşetlere serilmiş mis kokulu çarşafların içinde, tren raylarda giderken, beşikte sallanır gibi uyuduk. Ne trenden, ne dışarıdan bir ses, bir ışık. Deliksiz bir uyku.
Bilgehan saatini erkene kurdu, erken kalıp manzaraları yakalamak için. Gözümüzü aysız bir gecede zifir karanlığa yummuşken, bembeyaz tepelere uyandık. Trenin kenarından kıvrıldığı göller, göz alabildiğine uzanan beyaz dağlar, karın tamamen örttüğü esir evlerin özgür bacaları, ardı ardına girilen tünellerde tekrar tekrar kapkara ve bembeyaz arasında sekmek. Haliyle uzun bir kahvaltı yaptık. Hakkını vere vere, her lokmayı manzara ile katmerleye katmerleye yedik.
Boş bardaklarımızı alıp, Ergüder Abi’nin yanına gittik, çaya değil, muhabbetine doyamadığımızdan. Bize çay ikram etse de iki kelam etsek. Bütün hayatı bu raylarda geçmiş. Bonkörlüğünü, beyefendiliğini, kibarlığını görseniz trenin sahibi gibi. Eşine çok müteşekkir, o yollardayken iki tane aslan gibi evlat yetiştirdiği için. O trende kilometreler kat ederken, çocukları santim santim boy kat etmişler, kocaman olmuşlar. Şartlara rağmen, evlatlarının artık ona gurur veren iki insan olmasının getirdiği ferahlıkla pozitif bakıyor. “Bizim işin şartları böyle. Yine de çok seviyorum işimi. Yollarda huzur buluyorum. Hele Doğu Ekspresi’nde.” Hani konuşurken bir yere bakarsın ama görmezsin ya, Ergüder Abi’nin söylediklerinden bir kelime birşeyler tetikliyor beynimizde ve birden uzaktaki karlı tepelere gözlerimiz odaklanıyor. Trenin ritmik ilerleyişinde, trendeki birbirini tanımayan yüzlerce kişinin bu 24 saatlik yolda kader yoldaşı olmasında, sıcak koltuklarımızdan dışarıdaki çetin kışı yararak geçişimizde, manzaraların dokunulmamışlığında ve bu basit ve yıpranmış kompartmanın nasıl bir anda insanın evciği haline gelmesinde müthiş bir huzur var. İnsan bu yollarda gide gele hayatı çözer. Anlıyoruz Ergüder Abi nasıl ermiş.
Erzurum’a vardığımıza sevinsek mi üzülsek mi bilemiyoruz. Bi 24 saatimiz daha olsa Doğu Ekpresi’nde olurdu. Ergüder Abi’yi, trendeki diğer görevlileri kucaklayıp iniyoruz.
“Kars’a geldik, şimdi ne yapıyoruz?” diyenler için de 10 tane benzersiz Kars deneyimi derledik.
KARS’TA NE YAPILIR? – BENZERSİZ 10 KARS DENEYİMİ
Doğu Ekspresi’ne dair önemli bilgilere ulaşmak isterseniz:
DOĞU EKSPRESİ YOLCULUĞUNA ÇIKACAKLAR İÇİN ÖNEMLİ BİLGİLER
Bu yolculuğumuzdaki tüm rotamızı görmek isterseniz:
DOĞU EKSPRESİ’YLE KARLI MACERALARA GİDİYORUZ!